26 Ocak 2008 Cumartesi

Gazi Paşa’nın Yanından Bugüne






Kasım 15, 2007/
Ocak 11, 2008

Geçtiğimiz senenin Şubat’ında, İmece’nin kuruluşu vesilesiyle Ankara’ya gitmiştim. Zevklilikten sıkılganlığa kanat kanat yüzen saatlerin, ıslık keskinliğinde hissedildiği bir tren yolculuğuyla Ankara istasyonuna vardığımda, boşlukta siyahların içinde ışık ışık bir tablo ile karşı karşıya kalmış idim: Anıtkabir.

Ankaralı Günler yazımda o andan şöyle bahsetmişim:

Siyah fonda parıldayan, havada asılıymış gibi duran Anıtkabirle karşı karşıya geldik. Bakışmalarımız sona erdiğinde tren de durmuştu. Anıtkabir’e ‘mutlaka geleceğim’ mesajı gönderdikten sonra, ön kapıdan mı arka kapıdan mı çıkayım diye sendelerken, Galip’i gördüm. El sallıyordu. İnce, yorgunca bir tebessüm belirdi suratımda. İndim. Kucaklaştık…” (Ankaralı Günler-1, İmece; Mart ayı yazıları)

Ve son karşılaşmamız, ilk defa gezme fırsatını bulduğum Anıtkabir’den ayrıldıktan sonra; İstanbul’a dönüş yolunda gözümde perdelenen bir sinema filmi:

Trenden inmeden az önce, bakışlarımızla anlaştığımız Anıtkabir burası. Beyaz perdede göz bebeklerimi küçültüp büyüten bu gösteri var. Aslanlı yol uzuyor önümde. Karşılıklı aslan heykelleri.. Hepsi de birbirini selamlıyor. Sonra, müzeye akıyor görüntüler. Bir çift göz tarafından çekilmiş gibi dikkatli görüntü! Ayrıntılar dökülüyor santim santim. Büyük çerçevelerde Gazi Paşa’nın resimleri. Gençlik günlerinden yaşlanmaya giden bir çizgi… Esaretten bağımsızlığa koşan genç bir at kadar hızlı zaman… Gazi Paşa’nın günlük elbiseleri, hediyeleri, sigarası, çakmağı, kalemleri… Tavan yüksekliğinde sıra sıra raflarda kitapları… Mütevazı bir tarih anlatımı Anıtkabir. Düz arazide kıvrım kıvrım akan suya yön verilmesini anlatan tarihsel bir alıntılar kitabı Anıtkabir.” (Ankaralı Günler-2, İmece; Mart ayı yazıları)

Ve yine buradayım. Anıtkabir’de. Geçen seneye göre biraz daha üşütücü, keskinliği ve asabiyeti üzerinde, tilkileri kovuğuna sokacak bir soğuk… 10 Kasım’da Gazi Paşa’nın önündeyiz. Kabre bakan geniş sahada yankılanan, ders ile tarihi; dün ile bugünün coşku algısı üzerindeki karşılaştırmaları yapabileceğimiz; ince bir esinti misali Ankara’ya yayılan o ses:

“..bugün… cumhuriyetimizin, 10. yılını doldurduğu.. en büyük bayramdır. Kutlu olsun!..”

Coşku, gurur, bağımsızlığın ateşi; üzeri henüz sıcak, baltalanmamış devrimler, saygı duyulan bir dış politika ve Doğu milletlerinin örnek aldığı, Mazlum Milletler’in feyiz aldığı bir canlı örnek: Bağımsız ve genç bir Cumhuriyet ve onu kutlayan bir memleket aşığı: Gazi Mustafa Kemal…

Bugüne koşalım. Bugün, yine ve bu kez daha keskin bir şekilde karanlığa gidiyoruz. Sürükleniyoruz. Hani savaşlarda yenilgiye uğrayan düşman orduları, pes etmez de, bir daha saldırmak için hazırlık yapar… Öyle bir hazırlık düşünür ki, askerini/silahını/teçhizatını handiyse tüm varlığını yeniden inşa eder de öyle gelir…

İşte bu kez, çok daha hazırlıklı ve sinsi gelmiyorlar mı? Bizler saldırıyı topla tüfekle füzeyle bekliyoruz. Oysa saldırı, inanın gerçek, çoktan başladı. Her an yara alıyoruz. Her an birimizi alıp götürüyorlar. Üstelik bu defa içimize karargahlar açıyorlar. Tek farkla tabi: süslü, şatafatlı, rengarenk, boyalı ve fiyakalı… Alışveriş merkezleri… On katlı ve içinde tek yapmamız istenen, izin verilen tek şey, sürüklendiğimiz tek gerçek: tüketim, tüketim, tüketim…

Sadece onlar mı… Hayır ama tüm olumsuzlukları sayarak, zaman geçmez. Kitapların arasından zaman zaman başımızı kaldırıyoruz. Ve işte susmamışız. Çünkü; “..yazmak, susmamışlığın en büyük kanıtı.” Daha yolumuz var. Farkındayız da bir şeylerin…

Ne zaman karalamışım bilmiyorum ama arada bir yerde duran şu satırlar konuşsun, farkındalığı anlatabilir belki:

“Ayrılmış onlarca halkın oluştuğu Asya’da bizler bütün olmak zorundayız. Birlikte, bir arada kalmak; kenetlenmek, kucaklaşmak zorundayız. 20.yüzyılın başında emperyalist batının hesaplarını altüst eden o ‘ruha’ bugün her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Bugün ihtiyaç duyduğumuz güç asıl itibariyle askeri güç değil! Çünkü bugün etrafımız ordularla değil, uluslar arası kurumlarla, tüketim çılgınlığı pompalayan alış-veriş merkezleriyle, kışkırtıcı yarım akıllı piyonlarla çevrilmiş durumda!... Bugün ihtiyacımız olan güç; eğitim kurumlarında yetişmekte olan milli değer/ gelenek/ göreneklerle kuşanmış genç beyinler! Anadolu toprağının kültüründeki ulvilik, çağlayan ulu nehirler gibi hoşgörüsü, Mevlana toprağı, Yunus Emre neşesi ve aşkı; Gazi Paşa’nın örnek olduğu milli hassasiyet ve çalışma azmi bizlerin önünü açacaktır…”

19 Ocak 2008 Cumartesi

Zaman ve küfür

ocak 18, 2008

Saatler

Bir gelir,

Birden bire akıp akıp

Sonsuza gider.

En istenmediğinde,

elektrik direklerinde mavi yalımlar

üzerine binip binip gider.


Mum karanlığı akşamında

Bir şiir

yazmak istediğim.

Bir an gelir:

Zaman kalmaz

Rüzgar mumdaki hevesi alıp gider.


Bir sevda,

Bir çocuk

Bir ölü yazmak isterim.

Hepsinin de alnında ve yanaklarında

Hiç görmediğim renkler

Böylesini görmedim kırmızının.

Bir çocuk, alnında kanlar

Bir ölü, boğazında parıltılı kılıç çizgisi

Ve

bir sevda,

yok böylesini de hiç görmedim.

Dünya,

Yazmak üzerine ve

yazamadıklarımızın günahlarıyla dolu.

Dünya,

Bir yanında yanağında kırmızı, sevdalınla

-Gözlerinde kavun siyahı renkler ve

altına batırılmış güneş-

Bir yanında görmeye ağlamak lazım gelir:

Kanla sulanmış göz kapakları…


Dünya,

Bir imparatorluk ve onun evlatları –onursuz ve beş paralık-

Evlatların hepsi birden mi itaatkar.

Dünya,

Kaşları kan karası çocuklar

Ve

Sefil bizler –onurumuz eksik değil üstelik-


Saatler bir gelir

Bir gider.

Saatler mavi yalımlı elektrik direklerinde

Seyahatte.

(ve biz sefil ve onurlu

geçen zamana arkasından bakıp,

dudaklarımızda,

henüz başka yerde duyulmamış küfürler)

YG

15 Ocak 2008 Salı

Dün Ve Bugün; Satmak (video)



Şiiri çok beğenildi...
Ve şimdi, beyaz perdede...
Malum, birbirini andıran iki işlem: satmak
Dün ve Bugün neler değiştiyse, şimdi burada.

6 Ocak 2008 Pazar

Beyaz Karlar Yağacak


Geç kalmış karlar yağdı

Beyaz ve ıslak

Ve yaşlı

Ve kuruduğunda asfalt

Yine kara rengiyle karşılaşacak.


Kar,

Yine beyaz

Yine aydınlık

Ve bir zaman sonra

İstanbul’u kirinden edeceğine inandığında

Yağdı

Çok çok değil,

Gerektiği kadar

ve asfalt geç kalmış karlar kuruduğunda

yeniden ‘kapkara’ uyanacak

-bir de bakacak ki-

diyarbekir’de bombalar patlayacak

kırmızı yalımlar

mor gökyüzüyle

süklüm püklüm

sapık bir çiftleşmeyle sarsılacak

ulan

ulan o.. çocuğu

ulan böyle sapıklığa

çocuk bedenler mi kurban adanacak


beklenmedik bir anda

sıradan, gereksiz uykudan uyanışımızda yağacak kar

beyaz olacak

ve ıslak

aydınlık

geç kalmış (mı).

-işte yine-

Bombalar patlayacak

istanbul’da

‘sabah kediler bile uyanmadığında’ sokaklar bomboşken

Eminönü ve Üsküdar

henüz namaza kalkmamışken

korku ölecek bu kez

bu kez

ulan işte bu kez

‘asıl’ bombalar patladığında

ulan böyle bir sapıklığa

herkes

götüyle gülecek.

Ölsek de

Ölene ölsek de

Ulan ölsek de ölmesek de

Bu kez,

Kar yağacak ve zamanında

Geç kalmayacak

Kara çocuklara da yağacak

Kedisiyle oynayan bebelere de

Kağıt mendil satanlara da

-hani kalmadı ya-

sivri soğukta burnu aka aka

son model araba camları silen çocuklara da


kar yağacak

bu kez geç kalmayacak

kuruyacak ıslak beyaz

asfalt

ulan var ya bu defa

asfalt da bembeyaz…