27 Nisan 2008 Pazar

‘Dengeleri’ değiştireyim derken

11 Mart 2008

İMECE'de, 31 Ekim 2007 tarihinde, sevgili Mehmet Deniz Karakışla'nın Karadeniz'de Değişen Dengeler ve Türkiye adlı bir yazısı yayımlanmıştı. Bu yazıda bölgesel ve sonrasında küresel boyutlarda görülmesi olası dengeler üzerine kimi -yerinde- tahliller mevcuttu.(İlgili yazıya buradan ulaşabilirsiniz.)

Bendenizin bu yazıya yaptığı yorumda; uluslararası bir proje olan, Kafkasya-AB flörtlü doğalgaz taşınması projesi 'Nabucco projesinden' söz açılmıştı. O yorumda;

"...kısaca, nabucco projesi; kazakistan ve türkmenistan gazının hazar denizinin altından geçirilerek, Türkiye yolu ile AB ülkelerine ulaştırılmasıdır. Fakat Rusya, proje hayata geçmeden Türkmenistan ve Kazakistan ile bir antlaşma imzalayarak, mevcut yolu kendi topraklarından geçirmek istemesiyle, Türkiye oyun dışı bırakılmak istenmiştir diyebiliriz..." demişimdir.

Bu proje ile yapılmak istenen, Avrupa'nın doğalgaz ihtiyacını karşılarken yüz-göz ve bağımlı olduğu Rusya tekelinden kurtulmak istemesidir...

Tam da bu konuda; Türkiye, AB ile olan "enseye şaplak..." samimiyetinden ve 'olur da yaranırım, beni de alırlar' mantığının getirdikleriyle bu projeye kucak açmaktadır. (Başka türlü bir çıkar ilişkisi varsa da -hani bizim kârımıza-, bizlere söylenmediğinden, bihaberiz.) Öyle ki, Rusya'nın dengeleri korumak ve tekeline sokulan çomağı engelleme adına yürüttüğü politikaları istişare etmek üzere, bir nevi arabuluculuk göreviyle Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Rusya'ya gidiyor. Sonrası Milliyet gazetesinin 22 Şubat 2008 tarihindeki haberinde şöyle anlatılmakta:

"...Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın 19-20 Şubat tarihlerinde gerçekleştirdiği Moskova ziyareti sırasında talep etmesine rağmen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'den randevu alamadığı öğrenildi. Babacan'ın Avrupa'nın Rusya hattına alternatif olarak kurulmasını istediği NABUCCO enerji hattına Rusya'nın da gaz temin etmesi önerisini (arabuluculuk adına getirilen teklif) Moskova'ya ilettiği bildirildi."

"...Babacan'ın Rus meslektaşı Lavrov ile yaptığı görüşmede Avrupa'yı doğalgaz ihtiyacının karşılanmasında Rusya tekelinden (mevcut durum, Avrupa'nın istemediği bu) kurtarması öngörülen Nabucco doğalgaz projesine Rusya'nın da gaz temin etmesi önerisini iletmesi 'dikkat çekti' (bu ne biçim iştir!' demek istiyor gazete). Lavrov'un öneriye 'değerlendirip yanıt verelim' karşılığını verdiği öğrenildi."

Şimdi, değerlendirme sizin... Dengeler bu kadar basit ve laubali bir acemilikle değiştirilir mi? Küçük düşmek de cabası... değil midir?İlerleyen günlerde nasıl bir yol izlenecek, göreceğiz.

Yusuf Gürer

12 Nisan 2008 Cumartesi

Kıdeme yeni 'ayar' ve kelebeklerin dansı --3.yazı--



24 mart 2008


(Gündemde iktisat konuşulmadığında, yani ekonomik parametreler iki göze iki kulağa yabancılaştığında; acaba içinde kavrulduğumuz ekonomik küreselleşmeden de -serbestleşmeler ve özelleştirmeler- uzaklaşıyor muyuz? Kazın ayağı böyle mi, gerçekten de? E değil tabii, aklı selim bilir. Arkanıza yaslanın, ya da gözlerinizin ferini şu satırlara bir sallandırın da şu konuyu bitirelim!)

Kıdem tazminatını bir tanım cümlesiyle açıklamıştık hani, geçen son yazı; bir daha hatırlatmak da fayda var: (çünkü, son bir düzenleme -ayar- çeken hükümet, üzerinde bir türlü anlaşmaya varamadığı kıdem tazminatını olmadık yerlere götürüyor.)

"Kıdem tazminatı; kanunda gösterilen fesih hâllerinde en az bir yıllık kıdeme sahip işçiye veya işçinin ölümü halinde hak sahiplerine işveren tarafından kanun gereği ödenmesi icap eden, miktarı işçinin kıdemine ve son brüt kazancına göre belirlenen bir miktar paradır."

Sözleşmeli bir işçinin, kanunda gösterilen fesih durumlarının inkişaf etmesi halinde; en az bir yıllık çalışması sonucu işçiye ödenen paradan bahsediyoruz. Eğer işçi ölmüş ise bu para işçinin ailesine ödenmektedir. Hesaplama ise -en genel anlamda- işçinin çalıştığı yıl ile son kazancının brüt miktarının çarpılmasıyla oluşturulmaktadır, gibi gibi...

Yeni bir düzenleme ile, yukarıda belirtilen ve kanunda gösterilen hallerde kıdem tazminatı almaktan bahsedilemeyecek! Sadece, "Son taslağa göre, kıdem tazminatı alabilmek için işçinin ya yaşlılık ya da malullük dolayısıyla emekliliği hak etmesi veya ölmesi gerekecek." Bakınız ne kadar açık! Ya yaşlanacaksın, ya malulen emekli olacak veyahut da öleceksin! (ailesine kalması için!). Hey gidi işçilerin hakları, onlar nerede? Galiba bakanlığın dalgınlığına gelmiş, unutmuşlar! Yeni düzenleme ile 'işten çıkarılanlara' tazminat ödenmeyecekmiş! bilmiyorum, söylememe gerek var mı? İlk yazıda basit bir tespit olarak gördüğümüz özelleştirme-tazminat bağlantısı, bizzat hükümetin icraatları ile hemen hemen kısacık bir zamanda nasıl da teyit edildi!

Yeni düzenleme ile... ki tuhaftır, bu düzenleme bir yem gibi de en negatif nitelikleriyle işçiye/sendikalarına/işçi ailelerine yani koskoca bir yığına sunuluyor; yoksa bir anlaşma ortamında ağırlaştırılmış şartlar üzerinden mi pazarlık edilecektir sorusu akıllara geliyor. Ne diyorduk, bu yeni düzenleme ile kadın işçilerin de haklarına ağır baltalar indiriliyor! Mevcut kanuna göre çocuğu olan kadın tazminata hak kazanırken, bu ne idiğü belirsiz sırasız-numarasız düzenleme ile bu hak da ortadan kaldırılıyor! Filan falan!

Görüldüğü üzere, hükümet hak üzerinden hak çalma yarışına girişmişken; tüccar mantığıyla, en kötüsünü söyleyeyim ki, azına razı ederim stratejisini kullanmayı deniyor...
Bir yazıda bahsettiğim çadır evlere verilen adla, biz "İbin Cumhuriyeti" mi olduk! Bu ne ciddiyetsizliktir, ne köşe kapmaca, ne alavere yarışıdır. Vatandaş kazıklandığını kabul ettiği ölçüde hakka sahip olacaktır, öyle mi? Yok yaa?!

Bu konu üzerine söz açıldıkça; düzenleme, genelleme, güzelleme v.s. kulaklarımıza denk düştükçe; konuya parmak atmaya devam ederiz. Şimdilik bu tüccar oyunundan sıkıldık.

(Ne diyor André Malraux İnsanlık Durumu romanında: “…niye çalıştığını bilmeden günde on iki saat çalışan bir insan için, ne saygınlık ne de gerçek bir yaşam mümkün değildir.” Biz bu noktayı çok-taaaan geçtik yahu, şöyle bir düşününce. Ölümü bekleyen, beyaz kanatları kırık, bir gün önce doğmuş ve ölüm dansına giden ürkek kelebeklerden bir farkımız var mı?)

Yusuf Gürer

Kıdem Tazminatı 'ne' gerek, 'kime' gerek --2.yazı--

19 mart 2008

Efendim, geçen kıdem tazminatı ile özelleştirmeler arasında bir göbek bağı tespitinde bulunmuş idik. Hatırlarsınız. Hükümet, özelleştirmelere hız vereceği anlaşılıyor ki; kıdem tazminatlarının yük teşkil ettiğini en başından bu tarafa bildiğinden, sonunda "kıdem tazminatı uygulamasından" -neredeyse kökünden- kurtulmaya niyetlenmişti.
İlgili kanun, İş Kanunu, kıdem tazminatına nasıl bir tanım getiriyor, kime faydalı, kime gerekli, sorularını bu yazıya bırakmıştık. Konuya, şöyle kuşbakışı bakarsanız bile kafi gelecektir. Şöyle bir tanım var:
"Kıdem tazminatı; kanunda gösterilen fesih hâllerinde en az bir yıllık kıdeme sahip işçiye veya işçinin ölümü halinde hak sahiplerine işveren tarafından kanun gereği ödenmesi icap eden, miktarı işçinin kıdemine ve son brüt kazancına göre belirlenen bir miktar paradır."

Kıdem tazminatı genel hatlarıyla bu. Peki "ne gerek, kime gerek" sorularına yanıt olarak; yukarıdaki tanımın da yer aldığı Müjdat Şakar'ın İş Hukuku Uygulaması kitabının şu satırlarına da baksak mı?(Oldukça açıklayıcı satırlar, ileride işimize yarayacak, dikkat edin derim!.)
"Kıdem tazminatı, işverene yüklenmiş, kanundan doğan kendine özgü bir ödeme yükümlülüğüdür. Devlet memurlarına ödenen emekli ikramiyesinin işçiler bakımından karşılığı, işsizlik sigortasının eksikliğini gideren bir yükümlülüğü, işçinin yıpranma karşılığı ya da geciktirilmiş bir ücret niteliğinde olduğu söylenebilirse de, ayrı ayrı bu nitelemelerin hiçbiri değil, yerine göre 'hepsidir'."


Kıdem tazminatı uygulaması görülüyor ki; işçilerin mesleki, sosyal, iktisadi yaşamlarında karşılaşabilcekleri bir sepet değişiklik sonucunda elde etmeleri gereken, kendilerine ödenmesi gereken bir yükümlülük! İş şartlarının yeterince ağır ve hayat standardının o nispette düşük olduğu bir ülkede yaşadığımızı aklımızın en duru köşesinde tuttuğumuzda; kıdem tazminatından vazgeçmek, nasıl bir politik duruşu açıklayabilir. Bu soru önemlidir.

(2003 yılında 4857 sayılı İş Kanunu yürürlüğe konduğunda, kıdem tazminatıyla ilgili bir madde getirilmeyip, yalnızca Geçici 6.md ile "Kıdem tazminatı için bir kıdem tazminatı fonu kurulur. Kıdem tazminatı fonuna ilişkin Kanunun yürürlüğe gireceği tarihe kadar işçilerin kıdemleri için 1475 sayılı İş Kanununun 14.maddesi hükümlerine göre kıdem tazminatı hakları saklıdır." hükmünün getirilmesi bile, aslında bugünkü düzenlemelere el avuç açacak ortamın daha önceden programlandığını göstermektedir.)

İşçilere değil de işverenlere öncelik/kolaylık/esneklik tanıyan bir kanun varken, buna karşı bir mücadele verilemezken, bir de üzerine kıdem tazminatı uygulamasının; sudan gerekçelerle (bir yerde varsa diğerinde yokmuşmuş) kaldırılmaya çalışılması ve yerine getirilmesi düşünülen fon aygıtının da 'tazminat'ı yok yerine koyması sosyal devlet ilkesinin içini boşaltmak, devleti piyasa mekanizmasının bir aygıtı haline getirmek, üretimde emek gücünü vahşi kapitalist sömürüye alet etmek; anlamlarına gelmez mi?

Hele hele, son düzenlemelerden hiç bahsetmedim daha? Fon kurulmasından vazgeçen hazretler, bakın daha neler buyurmuşlar?
Bir daha ki sefere bakalım.


Yusuf Gürer

9 Nisan 2008 Çarşamba

Özelleştirme için Güzelleştirme --1.yazı--

15 mart 2008

Geçenlerde otobüsteyim. Mahşer provası yapılıyor, denecek kadar, ufacık bir alanda olağanüstü insan kalabalığı. Cevizlibağ-Sultanbeyli otobüsü. Bineniniz var mı? Duyanınız? Yok mu? Sorun değil, zaten yazının konusu bu değildi!

(Bu sıkışık ve az oksijenli balık istif deposunda, elimde Attilâ İlhan'ın Hangi Küreselleşme kitabı. Sayfalar arasında şahlanıyor, kitap ayracını yakıp külünü yutmak istiyor, okuduğum kimi satırları "..allah aşkınıza bir bakın ne demiş!" diye yanımda oturmuş; omzunu çeneme dayamış, kalçasıyla beni camdan dışarı çıkarmak niyetindeki amcaya haykırmak istiyorum.)

Kitabın bir yerinde -heyecan anaforu geçeli baya olmuştu- insiyaki 'tebessüm' ettim. Tebessümün sebebi şu satırlardı:

"... 1945-50 arasında, o yaşıma göre son derece kapsamlı ve 'sosyal' bir roman tasarlamıştım; üç cilt olacaktı; adını sonradan -başıma iş açar korkusuyla- değiştirdim ama, neydi biliyor musunuz: 'Herkesin Eli Ötekinin Cebinde!' Çiçeği burnunda solcu bir yazarın, liberal kapitalist ekonomi düzenine verdiği ad buydu..."

Bu satırları okuyunca aklımda çakan o hınzır şimşek, dudak kenarlarımda müstehzi bir sırıtma halini almasın mı? Attilâ İlhan'ın, ki 45-50'lerde 20-25 yaşındadır, özelleştirmelere çanak tutacak, liberal kapitalist ekonomi için kullandığı -hatta kullanmadığı- tabir/kitap ismi, benim -şu meşhur- şiir yanında 5 vakit namazında niyazında kalmaz mı! Şiiri dostlar bilirler, özelleştirme üzerine! (Bir de videosu var ha, bu şiirin!)
(İlgili şiir için dokundurun.) (İlgili video -şiire çektiğim kısa klip- için dokundurun.)

Neyse efendim. Aynı kitabı okurken, Attilâ İlhan'ın 24 Ağustos 1993 tarihli bir makalesinde, bir gazeteden alıntıladığı şu satırları görünce biraz 'irkildim'. Ya da, kafamda soru işaretleri halinde volta atan bazı cevapsız/çaresiz suallere cevap buldum, kafamdaki taşlar hoppadanak yerine oturdu da diyebilirim:

"...hükümetten özelleştirme programını ve KİT'lerin tasfiyesini hızlandırmasını isteyen Dünya Bankası, özelleştirme nedeniyle işten çıkartılacak işçilerin kıdem tazminatlarının karşılanması için Türk Hükümeti'ne bir milyar dolarlık (-o zaman- 11.5 trilyon TL) ayırdığını bildirdi..."

Peki, Haber Online sitesinde 'KIDEM TAZMİNATI KALKIYOR' dev başlığı ile sunulan habere de bakalım mı? 26 Şubat 2008 tarihli haberde:

" Hükümet ‘kıdem tazminatı’ yerine yeni bir düzenlemeye gidiyor. Buna göre ‘kıdem tazminatı’ yerine her çalışan için çalışırken aldığı maaş tutarı üzerinden yapılacak kesintiye göre bir fon oluşturulacak ve işsiz kaldığında bu fondan para alması sağlanacak. Bir tür ‘işsizlik bankası’ oluşturulacak. Çalışma Bakanı Faruk Çelik, kıdem tazminatının sağlıklı işlemediğini belirterek, ‘Kıdem tazminatı bir yerde varsa diğer yerde uygulanmıyor. Bu nedenle kıdem tazminatı yerine, işsizlik sigortasını artırma ya da işsizlik fonu oluşturma gibi çalışmalar yapıyoruz. Bu istihdam paketi içinde yer alacak’ dedi."

Kıdem tazminatı, uygulandığı iş yerlerinde, fabrikalarda, KİT'lerde; velhasıl satılabilmesi ihtimal dahilinde birçok üretim biriminde, satın alacak firmalar için büyük bir 'yük' oluşturmaktadır. Binlerce işçinin çalıştığı ve aralarında kıdem tazminatı almaya hak kazanan işçilerin, işten çıkarılmaları düşünüldüğünde özelleştirmeden mağdur olacak 'özel/yabancı teşebbüsler' ile karşılaşabilme ihtimali yok değil!

Ee ne yapmalı? Madem özelleştirmeler'in tarihini yazacağız, cari açığı kapatmak için -eğrisini doğrusunu düşünmeden- sattıkça satacağız, komünist ülke gibi olmamak için elimizde kamu malı tutmayacağız, öyleyse satın almak isteyenler için bir güzelleştirme neden yapmayalım?

Buyurun burdan yakın!
Kıdem tazminatı ne demek, ne gerek, kime gerek; bir dahaki sefere konuşalım.


Yusuf Gürer