26 Ağustos 2007 Pazar

Birkaç Dakika Mola

Biraz kaçamak olacak ama, düze yazılmış yazılar’da oyalanmak istedim. Bugün bu kıyıda balık çırpınışlarına şahitlik edecek olmamın, bir sakıncası yoktur herhalde!

Ne çok söyleyecek sözümüz var. Bazen durup, soğuk bulutlara daldığımda farkına varıyorum. Eminim ki, hepimizin günlük koşuşturma arasında bir yolunu bulup, dinlenecek vakti oluyor: bir roman karıştırarak, bir şiire göz ucuyla bakarak, veya daha çok çağımızın nimetlerine elimizi atarak ( tv izlemek, bir mp3ün soğuk arkadaşlığı) v.s.

Uzun zamandır; geçen senenin Şubat’ından beridir; İmece’de yazılar yazıp, yorumlarla birbirimiz eleştiriyor; deyim yerindeyse, fikirlerimizi sorgulamaktan bir an geri kalmıyoruz!..

Yer yer Geheimnis Statt Polizei (Gestapo) gaddarlığında!.. Öyle değil mi?

Seçim geldi, geçti. İç siyasi çıkmazları sıcağı sıcağına yaşadık. Bıçak grisi yazılarımızla, bundan -daha- koyu gri ve metallikte yorumlarla bir ‘halk mahkemesi’, tarihe not düşücü bir katiplik görevini fazlasıyla yerine getirdik. Getiriyoruz da!..

Ankara’ya geçtiğimiz yılın Şubat ayında, uzun bir tren yolculuğunun ardından, küreselleşen ‘Ankara soğuğu’nun karşılamasıyla varmıştım. (Küreselleşen soğuk, beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Mayıs sıcağını taklit eden günlerin yaşandığı zamana denk gelmiştim!)

O ziyaretin ertesinde, İmece’yi kurduk ve ben, Ankaralı Günler yazımda bu oluşumun tazeliğini bakın nasıl anlatmıştım:

“…Yeni adımlar atmanın tam zamanı! Ortada tek bir amaç var. Yeni ama çok eskiden tanışmış insanların, farklı felsefelerle büyüttüğü bebeklerinin aynı anda eğlendikleri bir kreş. Amacımızın veya düşüncelerimizin adı bu ‘kreş’. Kendi ellerimizle büyüttüğümüz fikirlerin, kimi zaman neşeyle oyunlar oynayacakları kimi zaman türlü sebeplerle küsüp barışacakları ama aynı yerde yaşamanın verdiği tatla büyüyecekleri bir kreş. Hedef tahtasındaki tek nokta burası. Tam 12! Tam bu yerde minik minik, onlarca fikir. Hepsi farklı açılardan, hepsi farklı ellerden çıkıp gelmiş. Belki tek ortak noktaları burası. Tam 12!...

Gerçekten de böyle olmadı mı? Bunu, aynı ortamda bulunan yazar, yorumcu, okuyucu bir kesim olarak –ki en çok on kişi- gördük!

Şimdi, konuyu başka bir yere getireyim. Neler yapılmıştır, neler yazılmıştır, ne kavgalar edilmiştir gibi soruların, şu dakikada düşünce düzlemimde bir anlamı yok! Bir duruş sahibi olmanın; inanılan olayların/durumların, neden-sonuç ilişkileri ile geçmiş ve gelecek perspektiflerini ortaya –çakıl taşı gibi- dökmenin eşittiri, mühimdir! Bu eşit bir şeyleri bize anlatacak!

Yani toplumsal olayların, hiç değilse satır başlarıyla, bir duruşu anlatacak seviyede aktarımını konuşalım. Toplumcu ve halkçı olabilmek ‘söz’ üzerinden çok kolay sahiplenilse de, haksızlıkları, ekonomik ve kültürel sindirmeleri ‘aynanın’ keskin gerçekliğinde anlatmanın her yiğidin harcı olup olmadığını tecrübe etmekteyiz! Bu keskinlik; ve aynı zamanda içi dolu gerçeklik, gün be gün daha fazla yaprak açmaktadır.

Peki duruş noktamız gerçekten burası mıdır? Sanırım yaklaşıyoruz!..

Uzun dönemdir siyasetin çirkinleştirdiği bir ortamdan sıyrılmak; başka bir kozmosa geçiş yapmak için, yazıyorum bunları.

Geçtiğimiz günlerde Kartal’da, yoğun ve düşünceli bir kalabalığın ortasında, çay bahçesinde, çaylarımızı içerken Galip’le de benzer şeylerden bahsettik. Şekersiz, plastik tabaklı ve istendiğinden on beş dakika sonra gelen çaylarımızın, üç veya dördüncü fırtında şunları söylemeye çalıştım. Galip de Ankara’da su bulmuş gibi sevinerek, bana katıldı. Şuna benzer şeylerdi:

Siyaset, siyasi parti isimlerinin içinde kaybolduğu zaman, siyaset olmaktan çıkıyor. Ön plana çıkan parti isimleri ve yavan gel-gitler, önce sözlerimizi sonrasında da yüzlerimizi ve birbirimizle kurduğumuz iletişimi çirkinleştiriyor! Bundan kurtulmak zorundayız!”

Sanırım buna benzer şeylerdi.

İşte bu noktada, yukarıda bahsettiğim toplumcu olabilme, olaylara halkçı, gerçekçi ve ‘aynanın’ keskin gerçekliğinde bakabilme yeteneği ortaya çıkıyor! Bunu ne kadar başarabileceğimiz önemli. Siyaseti, belirli bir kesimin egemenliğinde bulunan ‘medyadan’, takip ettiklerimizle, gazete yazarlarının olaylara ‘sığ’ bakışıyla, konuşuyor olmaktan sıyrıldığımız anda; toplum adına kendimizden bir şeyler söyleyebilmek, tamamen bizlerin yeteneklerine kalıyor.

25.08.2007 cumartesi,