31 Aralık 2007 Pazartesi

Havadan-Sudan


Aralık 31, 2007

Siyah ve karanlık zerreleri tüküren bir gecede; yıldızların griye çalan sarhoş sırıtmaları da, bilmem kaç zamandır elime almadığım kalemimin sivriliği de, şu an benim için tehdit oluşturmuyor…

(Tehdit ne kelime hazret! Tövbe. Gece geldiyse, karanlıksa ve hatta simsiyah esiyorsa, ki bu ayaz olmalı; ve sen eline kalemini almıyorsan bunda bizim günahımız ne ki?.. Aa, hele sarhoş benzetmesini katiyen kabul etmem, benimsemem, paşam. Buradan baktığımızda sen, siyah saçları tiril tiril, yanaklarında hangi düşüncenin pompaladığını bilmediğimiz hızlı kan dolaşımının izleri, gözleri ışıktan tatlı tatlı kaçışan…)

(–Yeter bre kes! Ne çene varmış birader! ) Gece siyah, ayaz köp’oğlu! Dışarıya çıkılacak olsa, alimallah, adamı testereyle doğrar gibi, doğrar. Burun deliklerini tıkar, ucu sivri damdan sarkan buz parçaları gibi kristal kristal ışıldatır! (Güvenilmez böyle havalara, vesselam!)

Lamı cimi bir geçsek de, konuşmaya meyilliyken, havaya aksırmasak içimizdekileri!

(kalbimizi ve rengimizi kırıyorsun. Ama olsun. Bulutlar aramıza girmedikçe, yukarıdan porselen sadeliğinde ve sıcak çikolata kıvamında gülümseyeceğiz, sana ve diğer her şeye. Hadi sen konuş, susma! Hazır iştahlısın. Bozma. Ben sustum. Dinliyoruz seni, ama acele et olur mu, sabaha bir şey kalmadı, sarı sıcak soğuk nevale güneş, geldi gelecek..)

(Bir an hiç susmayacaksın sandım, neyse, çok şükür!) günler, birbiri ardını dişleye dişleye kovalıyor! Bir köpek düşünün, arkasına takıldığı bir tutam kıçın peşinde. Ve bırakmıyor. Üstelik, ısırdı ısıracak. Öndeki kaçıyor, kurtuldu kurtulacak. Ama sürüp gidiyor. Köpeğin yakaladım ‘telaşı’ ile öndekinin ahan da kurtuldum ‘sevinci’; sürüp giden “zamandan” başkası değil! Zaman iki ufacık ve birbirinin zıttı duygu birikiminin tanımı! Ve bitti bitecek gözüyle bakılıyor. Oysa? Devam ediyor. Koştura koştura!

Yazmak. Dile getirmek. Sözlükteki ‘kalın’ mezar taşlarının arkasında saklanmış nice ‘anlamlara’ bir nefes üfleyebilmek… İşte iki arada bir derede, oldu olacak anlarda, en ihtiyaç duyulanı. Yazıyorum, çünkü kıçımın namlusunda bir köpek, dişleri çocukluğumun sevimli fino dişlerine benzemiyor; sivri, tehditvari, alçaklık kokuyor, üstelik dişler etime geçti geçecek. Kurtuldum, yoluma devam edeceğim diye diye gitmez bu karabasan! Öyleyse? Öyleyse arkamdaki salyalı, hüzünlü, sıkıntılı, küfürlü dişlerin ‘yakaladım telaşını’ boşa çıkarmalı.

Aynı zamanda, boşa geçen ve gerçekleşmesi -belki de- zaman alacak ‘kurtuldum sevinci’yle de oyalanmamış olacağım! Çünkü, yazıyorum!

Yani, kendi dünyamın kör topal, dalavereli, alavereli, çetrefil ‘umursamazlığını’ ve sorumsuzluğu cilt yapan ‘boş vermişliğini’ bir kenara bırakıyorum! Sadece ben mi? Hayır. Aslını soracak olan varsa…

(evet var, ben varım. Soruyorum. Aslı nedir. Bu arada burası da soğumaya başladı, dediğin doğru mu acaba, gece dediğin kadar siyah ve ayaz tükürüyor mu?...)

Aslı şu: ‘birey’ olarak ‘isteriz’. Bir şeyleri başarırız, fakat köleleşmeye giden yolda, sadece kendi kıçımızı düşünürsek (hani dişlenmek üzere olan..) ‘toplumsal’ olanı gözden çıkarırız! Kurtardıklarımızla ve kurtaramadıklarımızla!

Buna benzer şeyler işte! Bak, bu arada sabah oluyor! Sanırım üşümenin sebebi, güneşin git git yaklaşması! Gördüğün gibi, zaman, birinin diğerine değişemeyeceği ayrıcalıklarla ve gerekliliklerle ortaya çıkıyor! Ve birbirimize değişmeyeceklerimizin kavgasındansa, gel de ortak bir nokta bulalım derim. Akşam serinliğinde, aydınlık ölmemişken, kızıl gökyüzünde buluşuruz e mi?

(..ama ben bir şey diyemeden gidiyorum! Üzüldüm şimdi. Devam edelim olur mu. ben kaçtım..)

Ben de!..

( devam edebilir!..)



Y.G.

2 Aralık 2007 Pazar

zaten sen

kaşlarında sabahın altına batırılmış

o rengi…

siyah kavun gülümsemesi gözleri,

ve yıldız parçası süte bulanmış dişleriyle…


rüzgar saydam tokatlar atıyor çeneme

bir darbe, işte bir tane daha

dayak ağzımı burnumu saydam beyaz tükürüklerle

koyuyor..


kaşlarında altın rengi,

güneşe batıp çıkmış.

kurumam lazım, uzun yoldan geldim

Foşurt foşurt çekiyorum burnumu

kendince kan tükürüyor: saydam beyaz


haydi,

haydi gayret.

güneşe gidip gelemem şimdi

yoruldum son dayakta.

aydınlık o kadar uzak değil

kimseye minnet edemem

“sana da etmem şikayet”

zaten, sen acırsan bana…


Aralık 2, 2007