Eylül 9, 2007
sesi kısık,
soğuk yağmur taneleri çarpmış;
haniyse cin çarpmış gibi,
kime sorsan dili tutulmuş diyecek kadar sessiz bir yaşam onunkisi…
Sus denmiş, nereden baksan yüz yıl geçmiş üzerinden…
Ne çalkantılı bir yaşam oysa.
Çatı katı sıkışıklığında, etrafı dört duvar
Kırk gün kırk gece çevrili,
susmayıp da ne bok
yesin…
eskici Nihat ağbi,
bakır gibi kararmış
güneş mı çarpmış, yoksa,
arabası üzerindeki,
kıçı namlusu düşmüş on altıncı elden düşme,
kıytırık elektrikli aletler mi…
döşemeci bilmem ne amca, bakınıp duruyor
Çivi tabancasına tükürülmüş gibi..
Çakacağı kasnağı unutmuş, dükkanında aranıyor
Aynı anda kapı önünde,
Sümüklü bir piç ağlıyor..
Gel de susma,
Yağmur kimi çarpsın,
Gel de susma
Değil yüz yıl; bin yıl sussan az gelir
Ne yapıyorsunuz ulan,
Sen niye ağlıyorsun ufak çocuk
Sana piç dedim, o kadar sinir etti beni ağlayışın
ne söylesem ağlayacaksın
kim bilir gene neyi çekti canın…
Ulan Nihat ağbi, ne bok yemeye yaşıyorsun
Araban gibi,
dört teker üzerinde yaşıyorsun,
kaydı kayacak hayatın
kemiklerin sayılıyor
koptu kopacak, boğazın.
kafanla bedenini tutan kemiklerden…
sesi kısık haniyse cin çarpmış,
konuşmaz tabii,
kim olsa susar..
‘çaresizlik’ dediğin işte bu,
üç adam karşısında bile apışmış kalmış..
dili tutulup kalmış,
çaresizlik dediğin de senin benim gibi bir adam velhasıl.
1 yorum:
kalemin kavi olsun...daha niclerine tanık olmak ümidi ile...
Yorum Gönder