25 Şubat 2007 Pazar

Ankara Yolunda

Yolculuğun başlamasına henüz bir saatten fazla var. İçimde tuhaf bir endişe ‘ya trene binemezsem!’ diye. Önceki gece gördüğüm rüyanın etkisi üzerimde hala. İlk kez trene biniyorum,normaldir diyorum içimden. Rahatla biraz. Yüküm hafif. Bir sırt çantası. Birkaç giyilecek eşya,kapaklı bir dosya, karalanmaya hasret bembeyaz kağıtlar,kalem,iki tane de kitap…
Vakit geldi. Tren yok ortalıkta. Acaba binebilecek miyim? Ne tür bir aksilikle karşılaşacağımı bilmiyorum ama yine de tuhaf bir iç ezilmesi hissediyorum. Birazdan geçer. Derin nefes iyi geliyor. Sağımda solumda insanlar birikti. Biraz olsun rahatlıyorum. Onlar da binecek nasılsa! Benim kaçırmama imkan vermezler. Hem kaçırırsak,topluca küfrederiz.. Topluluk psikolojisi! Hiç ihtiyaç duymadığım şeyler bunlar. Ama olsun zararı da yok hani.
Bir tren geliyor. Etrafımda hareketlenmeler arttı. Saat de doğruluyor bunu. Her şey yolunda. Kendime göre bir pozisyon belirliyorum. Tren geçti gidiyor,ama yavaşladı. İstasyona yapışıyor yavaş yavaş. Ve durdu. Yanlış pozisyon! Üç no’lu vagon durdu karşımda. İki vagon daha. Hızlanıyorum. Önümde üç kişi var. Üçüncüyü geçiyorum. Şimdi ben üçüncüyüm. İkinciyi de alt ettim. Şimdi ikinciyim. Tamam yeterli bu kadarı! Birinciliğe ihtiyacım yok. Beşi no’lu vagondan adımımı atıyorum… Ohh!... İç rahatlaması. Hele bir oturayım,ondan sonra dalga geçebilirim dünkü rüyamla. Her şey yolunda şimdilik. Salına salına,koltuğumu arıyorum. Koltuk no 23! Koltuk no 23,vagon no 5. Tesadüfe bak! Hoş tesadüf. Sevdiğim bir tarih bu.. Aynı zamanda sevildiğim! Uzun hikaye sonra anlatırım. Şimdi uğraşmam gereken bir sorun daha var. Koltuk numarası ile pencere kenarında oturacağımı gösteren bilet üzerinde yazan numaram tutuyor. Yaşlıca,gözlüklü,elinde gazete bir amca kurulmuş pencere kenarına! ‘Pardon!..’ diyorum. Dönüp bakıyor.
‘ 23 numara burası mı acaba!’’
‘Benim ki 22,evet burası 23!’’
Anlaşıldı… İşe yaramadı,nazikçe uyarım! Neyse kabalaşmama gerek yok. Çöktüm,yolculuk bitmişçesine yorgunca. Beklediğimden konforlu,rahat koltuklar. Pulmanmış bunlar. İki koltuk yan yana bir köşede,tekli bir koltuk karşısında. Çevreyi tanıma amaçlı göz gezdirdim etrafa. Şehir içi otobüs yolculuğunu andırıyor. Tek eksik üzerime düşme eğilimi göstermeyen ayaktaki yolcular! İlk dakikaların acemiliği üzerimde kol geziyor. Trendeyim ya hani,camdan dışarı bakmaya çalışıyorum. Bu da yolculuk psikolojisi olsa gerek! Herkesin bakışları dışarıda. Adet yerine gelsin bakışları.. Çantamdan bir kitap çıkardım. Koltuğa yayıldım… Kitaba daldım anında. Camdan dışarıya bakma telaşı göstermiyorum. Kitapla bütünleşme zamanı. Hafif uyku gibi bir şey bu! İlk seslemede uyanabilirim. Ama şu an uyanmaya hiç niyetim yok…

Hayli zaman olduğuna inandığımda kafamı kaldırdım. Herkes bıraktığım gibi… Bir ara bilet kontrolüne gelen kadın,beni trenden indirmeye niyetlendi ama başarısız oldu! Öğrenci kimliğime,yüksek mahkeme hükmü verircesine edalı bir tavırla ‘Geçersiz bu..!’ diyiverdi. Öğrenci pasomu gösterdim. Sustu! Konuşma tasarrufu yapıyorum! Aptal insanlara tahammülüm olmadığını bir kez daha anladım. Yani,bir de tersini düşünelim. Filmi başa saralım:
‘İyi günler,beyefendi biletinizi görebilir miyim?’
‘Tabi tabi!!’ Bir saniye lütfen!
‘Teşekkürler!’ Öğrencisiniz demek?
‘Evet. İşte kimliğim…
‘Tamam,lütfen çıkarmayın gördüm… İyi yolculuklar!
Bunun üzerine yapacağım yorum,TCDD personelinin ne denli profesyonel,hümanist,cana yakın olduğu ile ilgili olurdu. Neyse!...

Tekrar kitabıma döndüm. Aynı hipnoz ile bağlantılarımı kopardım. Henüz vaktim çok,diye iç geçirdim. Kitap ve ben. Tam da bu anda birbirimizle sarmaş dolaş. Ben elleri,ayakları olan,biçimli bir ağız,kulak,göz ve bunları barındıran normal kafa yapısında beden. Kitap ise,tüm unsurlarıma hareket katan ruh. Şu zamanda ayrı düşünülemeyiz. Cansızlaşmaktan korkuyorum. Sımsıkı sarıldım kitaba. Gözlerimi ayırmadan tutkallandım sayfalara. Birinden kurtulduğumda bir diğerine zıplıyorum. Yerden yüksek oynar gibi. Yaşam fonksiyonlarım hafif uyku haline uyum sağlamış durumda. Beklenmeyen bir isyan var!.. Uyku hali canımı sıkmaya başladı. Gözlerim acımaya,algılarım kapanmaya yüz tuttu. Kafamı kaldırıp,uzaklara odaklanmayı planladım. Böylelikle gözlerime iyilik edecektim. Demeye kalmadı,kafamı kaldırmamla,
‘ Öğrenci misiniz?’
Hayda!.. Yine mi? Ama yok bilet kontrolü değil bu kez. Yerimi mülkiyetine katan amcanın yönünden titreşen sese kafamı çevirdim.‘Evet,öğrenciyim!’
-Ruhundan ayrılırsan beden anında çürür işte,dedi içimdeki isyancıları bastıran sağduyum.
Suçluluk psikolojisi!

‘Hımm,’ gibi bir sesle onayladı beni amca. Sonra muhabbetimiz koyulaştı. Ben konuya girdim. İlk kez trenle yolculuk yaptığımı anında belirttim. Acemice hareket ettiysem,durumu kurtarmak için miydi,ben de anlamadım,söyleyiverdim. Amcam,anlatmaya aç bir haldeymiş. Bana denk geldi. Yeni kapattığı gazeteden dolduğu kadarıyla sağa sola yüklenmeye başladı. Sesi de çıkıyor hani. Ben kısa ve alçak ses tonuyla cevap veriyorum. Yıldırma psikolojisi! Başarılı olduğumu söyleyemem. Ama amcanın öğretmenlik anılarına geçmiştik ki,pişmaniyeci yetişti!... Önceki defa aldığı pişmaniye çok tazeymiş! Bir tane daha aldı yüksek sesli amca. ‘Bunlar baba oğul,hep buradalar!’ dedi. Şaşırmadım. ‘Ayda 2000 lira kira veriyorlarmış’ dedi. Hele buna hiç şaşırmadım! ‘Doğrudur!’ dedim. Sektör,rant,devlet,düzen,ekonomi,rüşvet,üçkağıt v.s…. derken ben,bir anlık sessizlikten faydalanıp kitabıma doğrudan keskin bir dalış yaptım. Bu defa amacım ağır uyku haline geçmekti! Kısa kısa uyandırılmaya çalışıldıysa da uyumaya devam ettim. Amca Eskişehir’de inecekmiş. El sıkıştık. Yerime geçtim…

Yolculuğun bundan sonrasında ben de sustum. Gözlerimin takılıp kaldığı toprak parçalarına odaklandım. Başka bir şey değil gibi geldi önce. Fakat,insana saatlerce yol gidip de aynı yerde dolaşıyormuş hissi veren bir yerle karşılaşmamıştım. Binlerce dönümlük topraklar hep kardeş midir buralarda ? Nasıl bir iksir var buranın havasında. Buralarda kavga yok,gerilim yok. Buralarda topraklar kardeşliğini korumayı bilmiş. Ve herkes birbirine benziyor. Hiç kimsenin başkasına benzeme çabası olmamış. Kent merkezlerinde üzerlerinde büyüyen çok katlı dev kulelere inat,buralar düz,düz,düz… Sanki bir okyanus varmış da gitmiş! Uzaklardaymış şimdi. Bu topraklar okyanusunu mu bekliyor acaba. Ki beklemese çoktan uzayıp giderdi buralar! Göklere değerdi buralarda da dev beton soğukluğundaki binalar ve sahipleri.

Zaman zaman tekrar uykuya daldığım oldu. Hafif uykuya! Bedenime ruh üfleme molası. Gözlerimle anlaşamadığımda,camdan dışarıya kaçırdım kendimi. Yine aynı düzlükler. Bitmiyor… ses seda da yok. Ne bir makine sesi,ne de boşlukta yankılanan insan çığlığı. Sadece metalik yılan ortalığı ürkütüyor. Tren uzuyor,uzuyor. Uzadıkça uzaklaşıyor. Bir tünele giriyoruz. Açık pencereden bütün tılsımlar vagona doluyor. Ürküyorum. Karanlığın hammaddesi doluyor içeriye. Zifir! Sonra kurtuluyoruz lanetlerden. Yeniden terkedilmiş düzlüklerdeyiz. Terk eden bir canlı değil. İnsanoğlu ürkütmüştür belki bu okyanusu. Okyanus da gök yüzünün önünde aşağılanmaya dayanamayıp,uzun saçlarını arkasında sallayarak,eteğini toplayıp ardına bakmadan gitmiştir buralardan. Topraklar yaşlanmış fakat sevdasından bir şey kaybetmemiş. Gökyüzü yaşlanmış fakat maviliğini yitirmemiş. Okyanus özlemiş,gelmek istemiş. Fakat bu defa da bırakıp gittiği yerlere yerleşmeye başlayan bazı canlıları görmüş. Buralara gelirsem,onları incitirim diye düşünmüş ve bir daha dönmemek üzere romanlara dökülüp gitmiş…

Tam sekiz saattir yoldayım. İnme vakti geldi. Ankara’ya edalı edalı adımımı attım. Tavırlarımdaki değişiklik gözle görülür cinsten. Karşılamaya gelen kalabalık bir ‘sessizlik’ kitlesi var. Dört bir yandan tezahüratlar kopuyor. Kulağımın çınlaması geçsin de,cevap vereceğim. Aynen sizin gibi susacağım,diye dalga geçiyorum kitlelerle…
Aklım okyanusta... Şimdi nerede ve bir kişi tarafından fark edildiğini hissetmiş midir acaba ?

Hiç yorum yok: