13 Şubat 2007 Salı

GERÇEKLER

burada anlatılan gerçekler,bizim ülkemizin gerçekleridir. farkındayım çok uzun bir yazı oldu,ama,bu bir yazı dizisi ve üç aşamadan oluşuyor. 8 ağustos-3 eylül 2006 tarihleri arasında yazdığım yazılardır. ancak şimdi,burada paylaşma ihtiyacı duydum...

Gerçekler-1

Niğde’nin bir ilçesi vardır Bor adında. Adamın biri,altında eşeği ile,burada kurulan pazara gelmiş. Saat oldukça ilerlemiş olduğundan,pazardan satın alabileceği pek bir şey kalmamış. Pazar artık kapanmak üzereymiş. Toparlanmakta olan bir pazarcıya,’’yahu,birader burada Pazar yok muydu’’ deyivermiş. Bunun üzerine Pazarcı adama dönmüş ve: ‘’Amcaa,demiş,geçti Bor’un pazarı,sür eşeğini Niğde’ye…’’

Geçti Filistin’in pazarı ey ihvan-ı müslümin,sür eşeğini Lübnan’a. O da geçerse merak etme,sür gel Suriye’ye.
O da mı geçti… hiç tasalanma kardeşim,sür gel İran’a… sendeki eşeklik bitmez kardeşim,sen en iyisi eşeğini bırak,çalan siren sesleri seni doğruca kent sığınaklarına gönderir…

Alman diktatörü Hitlerin,Yahudilere bugünün sınırsız arzu kapılarını açtığı politikası,bugünün huzursuzluğuna,en kullanışlı kılıfı hazırlamıştır. Hitler’in beklenmedik yükselişi,hiçbir şekilde tesadüf eseri gerçekleşmemiştir.
Yahudi felsefesini,o kutsal ülkü olarak gördükleri ‘Yahudileri tek bir devlet altında toplama’ düşüncesini,gerçekleştirebilmek için her türlü siyasi,ekonomik,toplumsal araçları kullanmışlar ve halen daha kullanıyorlardır. İşte Hitler’in yükselişi de bu felsefenin işine yaramıştır.
Bugün İsrail denilen,çocuk katili,devlet(!) gözlerimizin içine baka baka insanları,insanlarımızı;özgürlüğü,özgürlüğümüzü katlediyor,çiğniyor,umursamazca paramparça ediyor. Adını uluslar arası terörizm koydukları bir senaryo yazmışlar ve kötü adama rolünü öldürerek vermişler. Sen,teröristsin denilmiş.
Bugün,Hamas terörist. Bugün Hizbullah terörist. Bugün,üç yaşındaki çocuklar terörist. Peki neden?
Çünkü onlar,kendi topraklarını işgal etmiş,haksız bir efendilik talebinde bulunan abd ve İsrail’e karşı mücadele ediyorlar.

Öyle bir hal aldı ki yaşananlar,bir Filistinli ailenin bir gününü şöyle özetleyebiliriz:

Filistin halkı bombalarla açtı gözlerini yeni doğan sabaha,kutsal topraklarda… Bir çocuğun babası akşamı göremedi. İsrail tankının açtığı ateşte öldü. Akşam oldu. Bombalar sustu. Küçük çocuğun babası gelmedi. Sabah oldu,bombaların karşılaması ile. Küçük çocuğun evini bastılar. Oracıkta gözleri önünde abisini vurdular. Kendilerine elindeki tavayla karşı koyan,küçük çocuğun annesine,tecavüz ettiler. Ve onu da öldürdüler. Ve annesini,babasını,abisini kaybeden küçük çocuk ağlamaya başladı. Ağlama sesini cehennemlerde kavruluncaya dek hiç anlayamayacak olan it sürüsünden bir asker, küçük çocuğun ufacık kafasına,tonlarca basınç uygulayan,ağır makineli tüfeğin tüm mermilerini boşalttı…
Ve sonrasında dünyadan habersiz medyamızın ana haber bülteninde şöyle bir haber,iki kelime ve yalnızca iki dakika süren:

‘’bugün Filistin’de biri çocuk 4 kişi öldü.’’

Ve tüm bunlar vuku bulurken,biz yaşamın yaşanabilinecek başka bir enkazına sığınarak,nefes almaya devam edeceğiz. Bu ve benzeri haberler,akıp gidecek gözlerimizin önünden. Gerçek neydi? Bunu asla göremeyeceğiz… artık uyanmak vakti değil midir? İsrail,batının,abdnin ve dahi işbirlikçilerin sayesinde sınırımıza kadar geldi dayandı. Artık,geç kalınmış bir uyanışa yat vermek zamanı değil midir?
Uyuklayarak pazara gideceğiz… Ama Üsküdar’da sabah olalı epey zaman olmuş olacak.
Ne Pazar kaldı Filistin’de ne de alınabilecek bir avuç nefes…
Daha fazla geç olmadan,savaş sirenlerini mahallelerimizde duymadan önce,süs ve şatafat ile gizlenmiş gerçekleri görelim.
Arzı mev’üd,yani Yahudilerin ‘’vaadedilmiş topraklar’’ ülküsüne,bu ideali gerçekleştirmek için peyda olmuş,Siyonizm konusuna devam edeceğim…

Gerçekler-2(Mali Sömürünün Kaleleri)

Gerçeklere,geçtiğimiz gün başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın söylediği son derece ilginç bir söz ekseninde devam edelim.
Başbakanın,kendisine IMF ile ilgili sorulan soru üzerine verdiği bir yanıt var ki,burada ortaya çıkan durum,Türkiye’ye ve Türkiye gibi gelişmekte olan üçüncü dünya ülkelerine uygulanan ekonomik sömürüyü ortaya çıkarıyor. Cevabın özeti şöyle,’’biz IMF’nin ‘şunu yapmayın,bunu yapmayın’ gibi emirlerine sert bir cevap veremeyiz,çünkü biz IMF’nin kurucu üyesiyiz…’’
Cevap böyle. Ve başbakan doğruyu,gerçeği söylüyor. Türkiye IMF’nin kurucu üyelerinden bir tanesidir.
Peki başka kim var bu kurucu üyeler arasında ? Kimin ne kadar söz hakkı var,bu üyeler birliğinde ?
Şimdi,IMF,yani ekonomik sömürü(gabin) kurumunun yapısını,basit olarak,incelemeye çalışalım.

Ülkelerin çeşitli iktisadi değerlerinin göz önüne alınarak tespit edilen oy (katılım)oranları şöyle:

Amerika'nın toplamdaki oy oranı % 17.35
Rusya'nın % 2.79,
Çin'in ise % 2.20'dir. Evet kurucu üyeler arasında bulunan ABD,Rusya ve Çin’in bu birlikteki oy oranı,yani söz hakkı bu. Peki Türkiye’nin burada yüzde kaç oy hakkı var?

Türkiye'nin toplamdaki oy oranı % 0.49…

Başbakanın sözünü ettiği,üye devlet oluşumuzun bize getirisi yüzde bir bile değil. Yani ABD,Rusya,Çin gibi üye devletlerin çoğunluğu oluşturdu böyle bir ortamda Türkiye’nin söz hakkı bulunmuyor. Türkiye IMF’den aldığı borç paralar karşılığında,bugünün büyük devletlerine siyasi,sosyal,kültürel yaptırımlarla ödün vererek aradaki farkı kapatıyor.

Peki nedir IMF,neden kurulmuştur? Bugünün görünmeyen gerçekleri içerisinde aldığı rol nedir ?

Kuruluşu,II.Dünya Savaşı’nın hemen bitimine rastlıyor. 1945 yılında katılımcı 44 ülke ile kurulmuştur.Üyelik için hiçbir zorlayıcı unsurda bulunulmamış,kredi için ise sadece üyelik gerektiğinden üye devlet sayısı hızla artmıştır. Bugün ise üye devlet sayısı 182 olmuştur.
Bunlar örgütün kuruluş aşamaları ilgili bilgilerdi. Yine IMF hakkında iktisadi terimler içeren türlü açıklamalarda bulunulabilir. Ancak bunlar kafa karıştırmaktan ve gerçeklerin üzerine siyah bir perde örtmekten başka bir şeye yaramayacaktır.
Bugün IMF’nin kredi verdiği ülkelere karşı izlediği politika,baskıcı ve ülke halklarını sindirici bir organizasyondan ibarettir. Modern çağımızın tefecileri,fırsatçıları denilse yanlış olmaz.
IMF’yi,yani Para Fonu’nu ayakta tutan,finanse eden kaynağı,Amerika’da yaşayan zengin sermaye sahibi Yahudiler oluşturmaktadır. Yahudi zenginler,paralarının faiz getirisini bu örgüt üzerinden sağlamaktadırlar. Oldukça basit gözüken bir sistem olsa da,aslında IMF,perde arkasında;dünya siyasetine yön veren,oturdukları yerden savaş kararları alan,dünyaya yeni bir hegemonik devlet anlayışı sunmak isteyen güç sahibi kişilerin bankası durumunda bir örgüt. Yani yasal olmayan,meşru olmayan bir düşünce sisteminin meşrulaştırılmış parçalarından bir tanesi.
Türkiye,Para Fonu’na 1947 yılında katılmıştır. Adına stand-by denilen(hükümetlerin 1-2 yıllık ekonomik planlarını sundukları raporlar) türlü anlaşmalar yapılmış ve ülkeye kredi girişi sağlanmıştır. Ancak bu girişler,yine Para Fonu’nun istediği doğrultudaki yerlerde harcanmıştır. Sonucunda ise,dış ticaretimize sınır konmuş,çiftçimize kota getirilmiş,hesap hanemize faiz ve borç yüklenilmiş,devlet politikalarımızın ise zayıf kalmasına neden olunmuştur. Bugün ise basiretsiz bir dış politika sonucu ortadır. Binlerce yıllık kültürel değerlerle bağlı olduğumuz doğu topraklarına düşen bombalara,söyleyebilecek bir sözümüz olamamaktadır.

IMF ile aynı paralelde çalışmalarını sürdüren diğer bir kurum ise Dünya Bankası’dır. Kuruluş sebebi, II.Dünya Savaşı ardından yıkılan,harap olan,bombaların düştüğü yerlere imar götürmektir. Tabi bu imar çalışmalarını yürütebilmek amacıyla,devletlere verilen krediler söz konusu burada. Yani,savaş kararını alanlar,yüz binlerce masum cana kastedenler,bu defa yardım ediyorlarmış gibi,bir defa da mali yönden kitleleri kıskaçları altına almak istemişlerdir.(Ne tuhaf değil mi,o zaman yaptıkları mali yardımları,bugün Irak’a,Afganistan’a,Lübnan’a yapıyorlar. Yıkıp,demokrasi ve insan hakları getirdikleri topraklara masumane yardım da bulunuyorlar!..)

Siyasi bağımsızlığımızı yok eden kurumların oluşumu bir tesadüf değildir. Bu kurumların izledikleri yola dikkat edildiğinde,aynı elden çıkma bir iş olduğu hemen fark edilecektir.
Bugün kaostan düzen yaratma peşinde olanlar,insanları aç bırakmakla,insanlıklarını ve hatta yaşam haklarını ellerinden almakla tehdit ediyorlar.
Mali yönden çökertilmiş topraklarda çıkabilecek herhangi bir kaos ortamından faydalanmaları ise an meselesi olmaktadır. Bunlara verilebilecek en iyi örnekler arasında Kafkasya topraklarında meydana gelen ‘turuncu,kadife v.b. gibi devrimler’ vardır. Bu devrimlerde,kaosu yaratan sermaye sahipleri ise,hepimizin ismini yakından duyduğumuz George Soros ve onun gibileridir.

Bu zehir akıtan kurumlardan sıyrılamayan ülkeler önünde sonunda,bu büyük yılanın zehrine karışıyorlar ve karışmaya devam edeceklerdir.
Sonuç olarak IMF,Dünya Bankası ve türdeşi bir çok mali kurum/kuruluşlar dünya üzerine kurulmuş dengelerin finansörlüğünü yapan birimlerdir.Karmaşık olan hiçbir tarafları yoktur. Yapmamız gereken şey,buradan yola çıkarak,perdenin arkasında duran diğer gerçeklere aydınlık olabilmektir.

Eğer başa dönecek olursak,çaresiz bir haykırış aslında başbakanın dile getirdikleri. ‘’Biz’’ diyor kendisi,’’İhtilal hükümeti değiliz ki,imf yi atalım ülkemizden. 'Borçlarımızı ödemiyoruz' diyemeyiz.’’
Keşke ihtilal hükümeti olsaydınız sayın başbakan!.. Bu ülke evlatlarının aydınlık geleceklerine açılan kapılar inşa edeceğimiz bir ihtilal. Öyle bir ihtilal ki,tüm barışçı dünya devletlerinin etrafımızda topladığı bir ihtilal. Öyle bir ihtilal ki,ufacık,çaresiz kalmış körpe bedenlerin,çocukların,artık ölmeyeceği bir dünyaya gidilen yolların ihtilali…
Gerçeklere devam edeceğim…

Gerçekler-3

Mustafa Kemal Atatürk bağımsızlıktan bahsederken,bunu siyasal bağımsızlık,topraklarımızın bağımsızlığı ve ekonomik bağımsızlık olarak göstermiştir. Biz böyle bir bağımsızlık tanımını kabullendik.Ancak bugün Ortadoğu toprakları ekonomik bağımsızlıkları ellerinden alınmış ülkelerin bir yuvası haline getirilmiştir. Bilinçli yürütülen yok etme siyasetleri gün gibi ortadadır.
Ortadoğu topraklarına tarihin başından beri mübarek,kutsal topraklar gözüyle bakılmıştır. Bir diğer ifadeyle Mukaddes Topraklar. Halklara gönderilen peygamberlerin bir çoğunun buradan çıkması,Kabe ve Kudüs gibi dini merkezlerin burada bulunması,Ortadoğu’nun önemini anlatmaktadır.

Bu topraklar,insanoğlunun bugünkü varoluş şeklini yani,dış görünümünü,iç dünyasının tabiatını şekillendirmiştir. Doğu topraklarından ardı belli olmayan sonsuz evrene doğru yayılan bir ışık daima var olmuştur. Bu toprakların insanları,insanca yaşamanın ilkelerini benimsemişler,kendilerine ‘doğru’ için gönderilen kılavuz kişilere bağlı kalarak bu toprakları geliştirmişlerdir.
Fen,matematik,tıp,edebiyat,uzay gibi alanlarda araştırmalar yapmışlar ve böylece insanlığın geleceğine ekilen tohumlar olmuşlardır.
Batı,Doğu’nun gerisinde kalmış,ilmi eksikliklerini itikatsızlıkları perçinlemiştir…

Bugünün Ortadoğu’suna baktığımızda,batının bombaları her yerdedir. Batı,bombasını atacağı yerleri öncesinde bomba atılmaya hazır hale getirmektedir. Peki bunu nasıl yapıyorlar ? Bugün Filistin,Afganistan,Irak,Lübnan bombalanırken,’’yeni dünya düzeni’’ hayallerine en büyük engel ülke Türkiye’yi neden yakıp yıkmıyorlar ? Ortadoğu üzerinde kader değişikliği nasıl yapılıyor?

Sorular… Sorular birbiri ardını izliyor. Cevabını vermek ne kadar zor. Bu soruların cevabı barış değil bugün. Barış kelimesinin hiçbir dünya lisanında kutsallığı kalmamıştır.

Ortadoğu topraklarına geniş bir açıyla baktığımızda,bu topraklardaki Müslüman devletlerin birbirlerinden nasıl ayrı oldukları rahat bir şekilde anlaşılır. Batının,işgalcilerin,sömürgeci toplumların en büyük silahı kitleleri ayırmak,parçalara bölmektir. Birbirinden ayrılan koskoca parçaları yönetmek,yönlendirmek,işgal etmek daha kolay bir siyaset gerektirir. Türkiye,bugün zorunda bırakıldığı Avrupa Birliği,IMF v.s gibi kuruluşların dayatmaları ile ayrıştırılmaktadır. Sosyal,ahlaki,dini,felsefi her görüşe bir bağımsızlık tanınmakta. Daha bugün,Avrupa Parlamentosu yayınladığı Türkiye raporunda,hükümetin dini hoşgörüsüzlüğünden bahsedip,Alevilerin ayrı bir milletmiş gibi tanınmasını istemiştir. Küçük parçalara ayırma siyasetine küçük ve güncel bir örnekti bu.

Yeniden Ortadoğu topraklarına dönecek olursak,doğu topraklarında Müslümanlığın liderliğine soyunan büyük devletlere göz atalım.
Suudi Arabistan,bulunduğu coğrafyada İslamiyet’in mukaddes emanetlerine sahiptir. Petrol zengini,siyaseti yönlendirilmiş,dirayetsiz bir devlet görünümünde bugün.
Bugün Ortadoğu petrollerinin %99 u yedi büyük petrol şirketinin hakimiyeti altında bulunmaktadır. Bu büyük şirketlerden dördünün birleşmesi ile kurulan Suud şirketi ARAMCO’dur. Yani,Ortadoğu’nun petrol piyasasında tek hakim güç Suudilermiş gibi görünüyor. Ancak,bu şirketin hisseleri,dünya siyasetine yön vermekte olan birkaç aileden biri olan Rockefeller ailesine ait 4 şirket tarafından paylaşılmıştır. Bu yedi şirketten 5 tanesi Rockefeller ailesine ait şirketlerdir. Geride kalan şirketlerin (Shell ve Royal Dutch) sahipleri de yine yahudidir.

Bu bilgilerden sonra,günümüze dönelim. Lübnan işgalinin başladığı günlerde İsrail’in katliamlarına tek bir tepki dahi göstermek bir tarafa,Lübnan’daki direniş örgütlerini kınayan ülke Suudi Arabistan’dır. Hizbullah’ın bölgesel barışın oluşumunu engellediğini v.s gibilerinden kaynağı deniz aşırı olan beyanlarda bulunulmuştur.
Sahip olduğu ekonomik gücünü,komşularının beraberliğinde zulümlere ve işgallere karşı müdafaa gösterecek şekilde kullanmak varken,Suudiler rahatlık içerisinde yaşamlarını devam ettiriyorlar. Yanı başlarında ölen çaresiz bebeklerin ağlamalarını duyacak vicdanları ise petrole ve kana bulanmıştır. Geçtiğimiz haftalarda ülkemize de gelen bu sahte Müslümanlar,şatafatın ve ahlaksız bir itibarın sahibi olarak Çırağan Sarayı’nda ağırlandılar. Karşı koyan,bağımsızlığı için sapanla,taşla evini ülkesini savunan masum insanlar ise toprağa gömüldüler. Burada tek bir gerçek vardır,gün yüzüne çıkan. Bilgisiz,görgüsüz,aptal kaba saba bedenleriyle altın taslardan su içip,pırlanta taçlarla süslü yataklarda uyuyan bu aşağılık çöl farelerine kol kanat geren Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin yaptırımlar karşısında takınamadığı tavır. Asıl gerçek budur. Böyle bir ruhsuzluğa,ahlaksızlığa karşı söylenebilecek kelam yoktur.

Ortadoğu’da lider ülke olma rolündeki bir ülke de hiç kuşkusuz Türkiye. Ancak,böyle bir role soyunan ülkemizde süre gelen olaylar,Suudi Arabistan’ı aratmayacak bir hal almıştır.

Gün yüzüne çıkmış bu adi tezgahlar ve ortaklıklar ülkemizde de cereyan ediyor. Çok büyük servetlere sahip olan Yeni Dünya Düzencileri ülkemizde de kendilerine her daim yandaş bulmuşlardır. Yahudi dönmesi olan bir çok tanınmış işadamı,yazar,servet sahibi kişiler Türkiye’de sömürgeci,ayrılıkçı güçlere hizmetini sürdürmektedir. Tıpkı Ortadoğu’daki Suudlar gibi. Bugün kendilerine ait bir vakıfları vardır. Kurucuları arasında bulunan kişilerin amaçladıkları,ülkemizde Yahudi sempatisi yaratmak ve Yahudi lobisinin faaliyetlerini rahatça yürütebileceği bir ortamı hazırlamaktır. Böylece gerektiğinde haksız savaşlarına haklılık yaratacak durumları oluşturabileceklerdir. Savaş tezkereleri hazırlatmak gibi.
Kurulan vakfın adı 500.Yıl Vakfı’dır. Bu vakıf çalışmalarını yürütürken,kendi tüzüğünde kabul ettiği üzere,yardımsever bir kimliğe bürünmüştür. Bu vakfın kurucuları arasında Üzeyir Garih,İshak Alaton,Sami Kohen,Vitali Hakko (Vakko’nun sahibi) gibi tanınmış kişiler vardır. Ayrıca,Yahudi olmayıp da destek veren kuruculardan rahmetli olmuş Sakıp Sabancı(o olmasa da Sabancı ailesi buna devam etmektedir.),tiyatrocu Yıldız Kenter,yazar Yavuz Donat,Altemur Kılıç gibi isimler de mevcuttur.
Daha garip olan bir şey var ki,işte bu,bu toprakların asıl sahibi olan;bağımsızlığına,kültürüne,ahlakına sonuna kadar bağlı herkesin vicdanına bıçak yarası gibi işleyecektir. Bu sömürgeci güçlerin ülkemizde üs kurduğu 500. Yıl Vakfı Maliye Bakanlığı’nca yayınlanan ‘’Vergiden Muaf Kurum/Kuruluşlar’’ listesinde ilk sırada yer almaktadır.
Anadolu topraklarının kudretiyle donanmış,sarsılmaz bütünlüğüyle dimdik ayakta duran varlığımıza içten sokulan hançerler yetmiyormuş gibi,bir de bu hançerleri kendi ellerimizle bilemekteyiz. İstihdam yaratılamadığı için sokakta aç gezen Anadolu köylüsünün hakkı; işbirlikçi,ahlak yoksunu insanlara hibe ediliyor. Kazandığının neredeyse yarısını devletin kaynak yaratması için vergi diye veren işçi,memur,esnafın paraları bizi kalbimizden vuracak olan silahlara gidiyor. Hali hazırda bulunan ülke kaynaklarına çoktan şerh düşülmüş iken,henüz doğmamış olan kaynaklar da yok edilmiştir. Sömürgeci güçler böyle bir sistemi kurmuşken neden topla tüfekle Türkiye’yi vursun ki ? Savaşarak elde edemeyeceklerini bugün rahatlıkla elde edebiliyorlar.

Bir taraftan Avrupa Birliği,Imf diğer tarafta kana susamış,saçma ideoloji sahibi Siyonistler,diğer tarafta kandırılmış ülke evlatlarının durumu. Uyanın artık bu uykudan. Bu uyku ölüm uykusudur. Ahlakı çürümüş insanlardan farkımız bin yıllık geleneğimiz,göreneğimiz,kültürümüz varken;bunca değer,bunca gönül zenginliği taşıyan tarihimiz varken nedir bu gaflet ?

Bizim savaşımız,elimizde tutacağımız silahlarla başlamayacak. Bizim savaşımız gönlümüzden kopup gelen kelimelerle,hak ile hukuk ile,adaletli gönüllerimiz ile başlayacak. Zulme karşı bir olmayı bileceğiz. Kardeşlerimiz,tarihimiz,vicdanımız yok edilirken elimiz bağlı oturmayacağız. En büyük ülkülerine parayla,işbirlikçi askerleriyle ulaşmaya çalışanlar kaybedecekler. Ta ki kardeşçe yaşamasını öğrenene kadar. Tek ırk olarak kendilerini yüceltmekten,Vaadedilmiş Topraklar diyerek işgal etmekten vazgeçtiklerinde,biz de onlarla yan yana barış içerisinde yaşayabiliriz. Ancak,bugünkü gibi sinsi planlarla,toplumları birbirinden ayırmaya uğraşarak geçirecekleri her zaman diliminde biz onların karşısında duracağız.
Biz,gerçeklere gözümüzü kapatmadan baktığımız sürece,kandırılmış işbirlikçilerin arasına düşmeyeceğiz. Bu ahlak çöküntüsünden doğma inançları,zulümleri,vahşetleri;kandıramadıkları her insanın gözünde yanan ateşlerde son bulacaktır.

Hiç yorum yok: